Okuduğum bir kitapta aşk için şu söylenmişti;
“Neden bu kadar zordur ve yine de nasıl mümkün olur?” - Wilhelm Schmid
Bu sözü okuduğumda bir dakika durup düşündüm, zor ve
mümkün kelimeleri kafamda dolaşıp durdu. Gerçekten de aşk; zor, anlaşılmaz ve anlamsız… Ve
yine de mümkünâtlı. Bu sözü daha sonra zihnimde aşkla ve ilk aşkımla özdeşleştirdim,
geçmişe döndüm. İlk aşkımın neden bende kaldığının diğerlerinin hafızandan neden daha
silikleşmiş olduklarını düşündüm. Kalanın da gidenlerin de bende anısı çoktu. Peki kalan niçin
kalmıştı? Gidenler niye gitmişti ? Bu sorulara eksiksiz yanıt bulmak sanırım çok zor olacak…
Kalanın yanıtı, beş harflik bir kelimeden ibaret aslına bakarsanız . Kalanla yıldızlar altında
kurulacak hayallerim, sıcak yorganın altında hafif tütsü kokusu eşliğinde edilecek sohbetlerim,
mum ışığında yapılacak danslarım, beraber ormanda yapılacak yürüyüşlerim, karanlık küçük
ara sokaklarda kapı boşluklarında kaçamak öpüşlerim, sabahları beraber uyanıp onu
seyredişlerim, mutfakta hazırlayacağımız birbirinden güzel yemeklerim, turuncu ışıklar altında
kar yağarken kulaklıkta en sevdiğimiz şarkı eşliğinde sarılmalarım , el ele tutuşup sokak sokak
gezmelerim, gecenin derinlerinde yüksek sesle söylenecek şarkılarım, ağız dolusu
gülüşlerim, hayallerim, gerçekleştiremediklerim, gerçekleştirip doyum noktasına
ulaşamadıklarım ve daha nicesi belkide nicesine eklenecek yeni nice nicelerim var. Kısacası o
beş harften oluşan kelime, “yarım” kadar kalanım var. Kalana yarım dememin sebebi belki her
şey yarım kalıp tamamlanmadığı içindir. Çünkü insan neye ne kadar çok keşke dediyse o kadar
yarım kalmıştır ve o kadar da unutamamıştır. Ve insan kalan yarımları kadardır.
Peki gidenler gerçekten gitmiş midir? Aslına bakarsanız her giden biraz kalmıştır… Eğer
sahilde yürümüşseniz bilirsiniz, her kuma bastığınızda geride ayak iziniz kalır. Önünüze
baksanız dümdüz pürüzsüz bir yoldur ama geriye dönüp baktığınızda arkanızdan gelen izlerinizi
görürsünüz.İşte gidenleriniz de öyledir, gitmiştir ama ne zaman onu ya da onları hatırlatan
şeyler olur, dönüp bakarsınız ayak izlerinize. Sonra geçer etkisi, siz yine dümdüz
yolundasınızdır.
Kalanlar hatırlatmaz mı kendini? Elbette en çok hatırlatanlar da onlardır, ve
daha derinden daha keşkeli hatırlatır kendini.Emin olun bir sahildeki ayak izleri kadar da suya
dayanıksız değildir bu izler.Onlar daha çok bir ağaç gövdesine kazıtmıştır kendini.Kalanla
gidenin de farkı budur işte. Kalan bir ağaç gövdesindedir, onu silmek isterseniz ağacı kesmeniz
gerekir, sahildeki izleri silmek için ise bir dalga yeter. Ama unutulmamalıdır ağacı kessek de
toprakta mutlaka kökünü bırakır, dalga gelse de, belli bir yere kadar ayak izlerini siler. Kısacası
hiçbiri tamamen yok olmazlar, Kalan da giden de böyledir işte… En zoru da kalan… Kalan için
de sevgili bir yazarımızın dediği gibi “umutları küçültüp beklentileri yetersizleştirmek” lazım:) En
iyisi sahile bir fidan dikmek lazım!
Not: Her kim olursa olsun gelen, bizim için bir Yoda’dan farksızdır ve mutlaka hayatımıza bir
nasihat bırakır. Ve her gelen takas usulunda olduğu gibi bizden alır da bize verir de. Ve yine
aldıkları da verdikleri de biz kadardır.
Yazar: Sibel Süslü